Yanlış anlaşılmamak için kelimeleri dikkatlice seçerek yazacağım, yalnız peşinen bilin; bu konuda başarılı biri değilim, olamadığımdan değil, olmayı tercih etmediğimden, aklımdaki neyse direkt söylerim, çarpıtmak istiyorsan, kolay gelsin…
13 mart 2016 ‘ da Ankara ‘da patlayan bomba, hayatını yitiren masumların yanında, aileleri, yakınları ve sevenleriyle birlikte sağda solda uçuşan rakkamlardan katbekat fazla kişinin hayatını yıkmıştır, ömür boyu izlerini ve etkilerini taşıyacakları psikolojik travmalara sebep olmuştur. Toplumu ise empati duygusuyla derinden etkilemiştir, kendimiz veya bir yakınımızın hayatınını kaybetmemiş olmaması avunma sebebi haline gelmiştir.
Yazım bu büyük acıyı küçültmek ya da ötelemek için değil ancak benzer acıların tekrar yaşanmaması için (ki sanırım malesef yaşanacak…) bir farkındalık yaratma amacı gütmektedir. Sadece Ankara ‘ da değil, Türkiye ‘nin dört bir yanında, her gün hepimizin nasıl öldüğünün farkında mısınız ? Pek farkındaymış gibi davranmıyorsunuz da…
Yaşayan her organizma gelişim gösterir, büyür ya da hareket eder. Bunlar durduğunda, yaşam durmuş demektir. Bilimsel bir perspektiften konuşmuyorum, düz mantık dinleyin beni. 13 mart ve öncesindeki yüzlerce olay silsilesiyle, milletin yaşama sevincinin çoktan tükendiği, oyalanmak mahiyetinde yaşam belirtileri gösterdiği bir millet haline dönüştük. ‘Biliyoruz ki’, onu yapamayız, bunu yapsak ne olur, şunu yapsak ne fark eder. Umutlarımız tükenmiş ya da öyle gözüküyor. Şimdi bana battalgazilik yapıp, biz tükenmedik, hala burdayız demeyin. ‘Burda’ olsaydınız görürdüm, kör değilim, göremiyorum…
Bakın ben çok akıllı adamımdır, ukalalık olarak algılamayın, bilimsel konuşayım, iq su eq su oldukça yüksek, akli dengesi yerinde, fazlasıyla donanımlı bir adamımdır. Oturuyorum, düşünüyorum, ne yapabilirim diye, aklıma ne gelse gücüm yetmiyor. Gücü olan adamlar nerede diyorum, orada buradalar, umurlarında değil gibi gözüküyor. Birşeyler kaybetmeyi göze almak istemiyorlar…
Biraz evvel bomba haberlerinin arasında sıkışmış bir paylaşım gördüm sosyal medyada, genç bir adam, opera mezunu, işsizlikten bunalıma girip intihar etmiş. Geçen ay ofisimin karşısında kuaför, borçlarını ödeyememiş, tefeciden borç almış, ödeyememiş, çocuğunu dövmüşler, 25 senelik dükkanında intihar etmiş. Bir kaç gün önce köprüden atlamaya niyetlenmiş ama hala umudu olan adama, zeka küpü bir kadın ‘atlasana bir saattir seni bekliyoruz’ diyor ve herif muhtemelen içinden ‘……. böyle dünyayı’ diyerek atlıyor…
Bu kadar büyük dertler varken, kendi dertlerimden yanmayacağım size ama kendimden de biliyorum, eski heyecanlarım, heveslerim, arzularım, hedeflerim kalmadı. Umutsuzluktan, pes etmişlikten, güçsüzlükten falan değil. Adam akıllı oturup önüne baktığın zaman gözükmüyor, yok işte, olacak iş değil…
Öyle bir ülke ve millet haline geldik ki, insanın yaşayası gelmiyor, canlı kalmak için hayatta kalıyoruz sadece. Tepki veremez hale getirilmiş çoğunluk bu ‘yok’luktan… Ne mi yok ? Adalet yok, hak yok, onur yok, şeref yok, huzur yok, sağlık yok, güvenlik yok, özgürlük yok, yok da yok… Ama allah için müslüman ülkeyiz…
Ne müslümanlığı arkadaş, bir kaç ay önce bir taksiciyle muhabbet ediyoruz, ülkeden müslümanlıktan bahsediyor bana. Sordum ona, kabaca ülkenin yüzde kaçı müslümandır ? %80 dedi. Peki dedim yarın yasalar kalksa, hukuk olmasa, devlet olmasa, kısaca sonrası olmasa, iki gün içinde at üzerinde silahlı kovboyların gezdiği teksas filmlerine dönmez mi bu ülke dedim. Döner abi dedi, e o zaman müslüman ülke değiliz dedim, sustu…
Sus birader, boş konuşacaksan konuşma, konuşacaksan dolu dolu konuş, bir işe yara, dünyaya, insanlığa faydan olsun, sonra konuş…